17 Şubat 2009 Salı

Pazarlara, Pazar ola!

(Türkiye'deki Pazarlarla ilgili yaptığım araştırmanın önsözü)
Pazarlara, Pazar ola!

Çocukluk yıllarım, 1960-1970 yılları arasında, Ankara’nın Seyran Bağları semtinde bağların hala çoğunlukta olduğu zamanların sonlarında geçti. Büyük bir bağ evininin farklı kısımlarında birkaç komşu ile birlikte kiracı olarak oturuyorduk, bahçemizde tavuklarımız evimizde kedimiz vardı. Buzdolabı yaygın değildi sadece zenginlerin evlerindeydi, onun yerine tel dolap kullanılıyordu. Annemle zaman zaman, Bağlar Caddesinden aşağıya doğru yürüyerek, şimdiki Sıhhiye çok katlı otoparkının bulunduğu yerde kurulan pazaryerine giderdik.

Pazarın hemen yanı başında, insanların güvenliğini sağlamak için olacak, boydan boya uzanan tahta perdeler hatırlıyorum. Bunların arasından bakıldığında İncesu deresi görünürdü. Aklımda koku kalmamış. Belki de kokmuyordu o yıllarda suyu temizceydi, tam hatırlamıyorum. Ama pazarın canlılığı hala dün gibi gözümün önünde duruyor. Pazar hep kalabalık olurdu, ya da çocuk aklımda öyle kalmış. Satılanlar içinde en çok hatırladığım, kıvırcık marullarla yan yana satılan küçük kırmızıturp demetlerinin oluşturduğu renk uyumu. Aldıklarımızı filelere yahut pazar alışverişi için özel olarak dikilmiş kulplu kumaş torbalara koyardık. Bunda da dikkatli olmak ve alınanların nazeninliğini kollamak gerekirdi, en alta ezilmeyecek, zedelenmeyecek, üzerindeki yükten etkilenmeyecek olan patates, kuru soğan gibi ürünler konurdu. Pazar alışverişi bittiğinde bazen yürüyerek bazen de o yıllarda sayıları zaten çok az olan dolmuşlardan birisine binerek eve doğru yola çıkardık.

Yıllar sonra evlendiğimde de pazar alışkanlığı sürdü. Bu defa alışveriş yaptığımız pazar sayısında da artış olmuştu. Sıhhiye pazarından gene bir şeyler alıyorduk. Özellikle yaz aylarında, o dönemdeki işyerim olan DTCF’deki odamızda, kadim dostlarım A. Fuat (Doğu) ağabey, İhsan (Çiçek) ve Gürcan (Gürgen) ile çarşamba günleri öğle yemeklerinde pazardan aldığımız üzüm, domates, salatalık, kavun ya da karpuzu, peynir ekmekle birlikte afiyetle yerdik. Alışveriş işi çoğunlukla Gürcan ile benim görevimizdi. Diğerleri de o sırada yemekten sonra içilecek olan çayı demlerler, masayı hazırlarlardı, sonrasında aramıza bir arkadaşımız, kardeşimiz daha katıldı, Necla (Sırakaya – Türkoğlu), ve kendiliğinden sofrayı kurma işini üstlendi.

Benim işyerinden geç çıkacağım çarşambaları ki, çoğunda zaten geç ayrılırdım fakülteden, eğer pazardan alınacak bir şeyler var ise hep sevgili eşim Ayla bu işi hallederdi sağolsun, aldıklarını otobüsle evimize taşırdı. Pazar torbalarının yerini değişik boylarda kalitesiz, koyu renkli naylon poşetler almıştı. Eğer fazla bir şeyler alırsanız kulpu önce biraz süner ve ardından da kopuverirdi. Bu yıllarda aynı alanda cumartesi günleri de pazar kuruluyordu, fakat evimiz uzakta, Subayevleri semtinde olduğu için ona pek gidilmezdi. Bunun yerine yine aynı gün Aydınlıkevler semtinde kurulan pazardan alışveriş yapardık. Şayet her hangi bir sebeple bu pazara gidememişsek bu defa da pazar günleri, Ziraat mahallesinde Dışkapı SSK hastanesi yanı başındaki alanda kurulan Dışkapı pazarı imdadımıza yetişirdi.

Kızlarımız okuma çağına geldiğinde biz de Elazığ’a taşındık, pazar alışkanlığımızla birlikte elbette. İlk oturduğumuz ev pazartesi günleri kurulmakta olan pazara yürüme mesafesindeydi. Kızlarımı okula bırakıp dönerken pazar kurulmuş oluyordu, böylece köylülerin bahçelerinden toplayıp getirdikleri doğal ürünleri de sabahın bu erken saatlerinde bulmam mümkündü. Dalından yeni kopmuş, mis gibi kokan, yerli tohumdan üretilmiş domatesler, hıyar ve yeşil biberler…Sabah saatlerinde pazara gitmek mümkün olmamışsa akşamüstlerini kaçırmıyordum. Köylülerin ürünleri kalmıyordu bu saatlere fakat bu defa da, esnafın müşteriyi çekmek için tezgâhların önüne dizdiği gösterişli malları almam kolaylaşıyordu.

İlk birkaç aydan sonra pazar esnafının dürüstlüğüne yürekten inandığım yedi sekiz tanesi ile ahbaplığa bile başlamıştım. Pazara bazen diğer kadim dostlarım Ali (Yiğit) ve Erdal (Karakaş) ile gidiyorduk. Arkadaşlarla birlikte gitmeyi tercih ettiğimiz cumartesi günü kurulan pazar daha canlı, kalabalık oluyordu. Pazarcıların tezgâhlarına yaklaştığımızda selam verdikten sonra bazen yarım saati geçen sohbetler yapıyor çaylarını içiyorduk. Bu sırada onlar da hem bizimle konuşuyor hem de siparişleri hazırlıyorlardı.

Bu pazar esnafı ile arkadaşlığımız yerini, zaman içinde dostluğa bıraktı. Bu dönem içinde pazarlar, benim sadece alışveriş yaptığım yerler olmaktan da çıkmıştı. Artık o mekânlara birer araştırma alanı gözüyle bakıyor, yapılacak işleri kafamda biçimlendiriyordum. Sonunda iki öğrencime bitirme tezi olarak bu pazarları incelettim. Fakat içimdeki pazar tutkusu büyümüştü, yerini daha fazla daha başka pazarlar aldı. Bu defa da tüm ülkenin pazarları zihnimi kurcalamaya başlamıştı. Geçmişten günümüze, sayı, mekân, dağılış gibi pek çok nitelikleri bakımından değişimleri nasıldı, ne tür pazarlar vardı? Bunları merak etmeye başlamıştım. Zorlu bir süreç olacağını biliyordum. Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana pazarlarla ilgili sayısal verileri toplamak bile yıllarımı aldı. Ama zevkli bir uğraş, yorgunluktu benim için. Sayısal verilerin derlenmesi sırasında daha öncesinde yazılmış, bir kısmı pazarlarla doğrudan ilgili Türkçe ve yabancı dillerdeki kitap ve makaleleri de topluyordum. Bu dönemde de çevremden pek çok yardım aldım.

Çalışmanın başlangıcından bu güne değin, değişik konularda pek çok destek gördüm, haklarını teslim etmem çok zor ama elimden geldiğince anmak ve hiç değilse bir kuru teşekkür etmek istiyorum.

Çalışmanın özellikle veri toplanması aşamasında, pek çok öğrencim yardımcı oldu. Kendi yöreleriyle ilgili olarak, hazırladığım anketleri uyguladılar, sayısal veriler derlediler, fotograflar çektiler. Bunlar arasında bazılarının adını anmadan geçmek olmaz, Fatma Yıldız, Selma Çiftçi Aylı, Yasemin Şur, Mustafa Yıldız, Mustafa Kara, Savaş Bademci, Hıdır Erdoğan, Nebi Parmaksız, Rıfat Özeyranoğlu, Fatih Gezman, Muteber Önder bunların başlıcaları ve adlarını buraya yazamadığım diğerleri…

Özellikle il ve ilçe merkezlerindekiler ile diğer belediyelerden, kaymakamlıklarla valiliklerden de pek çok yardım gördüm. Kendilerine gönderdiğim bilgi formlarını doldurarak geri yolladılar, hepsine teşekkür ederim. Bazıları ise hiç oralı olmadı; İstanbul Şişli, Ankara Çankaya ve Ankara Elmadağ belediyeleri gibi… Bunlara defalarca yazmama rağmen ilginçtir hiç bir cevap alamadım.

Kıymetli arkadaşlarım İhsan Çiçek, Gürcan Gürgen, Necla Türkoğlu, Ali Yiğit, Erdal Karakaş, Levent Uncu ve Mutlu Yılmaz’ın yurtiçi ve yurtdışında erişemediğim kimi yazıları temin etmemde büyük yardımları oldu, hepsine de benim için harcadıkları emekleri için teşekkür ediyorum. Fırat Üniversitesinden Mehmet Aygün hocanın, öğrencim Hamdi Çara’nın Avusturya’dan bin bir zahmetle bulup gönderdiği, Almanca kitabın neredeyse tümünü beni kırmayarak tercüme etmesini unutamam. Hatay ilinde, Antakya ile ilçe merkezlerinde, kasabalar ve köylerde kurulan pazarları doktora öğrencim Veysel Kuşcu ile birlikte dolaştık. Çalışmalarımdaki pek çok çizimi Döndü Üçeçam Karagel bilgisayarda yeniden hazırladı, ellerine sağlık, ayrıca eşiyle (Hulusi) birlikte pek çok yerden pazarlarla ilgili veriler derlediler, fotograflar çektiler, sağolsunlar. Usta karikatürist Latif Demirci, pazarlarla ilgili çizimlerini kullanmama izin verdi, ne kadar teşekkür etsem azdır.

Ailem: eşim, çocuklarım, çalışmam için hep fırsat tanıdılar, kendilerini ihmal etmeme göz yumdular. Annem babam ve eşimin ailesi her zaman destek oldular. Ağabeylerim, bilgilerini paylaşıp, kitaplıklarını kullanmamı sağlayarak ufkumu genişlettiler, ablam ve eniştem ile birlikte Ankara’nın sıra dışı pazarlarını dolaşırken eşlik ettiler. Hiç birinin hakkını ödeyemem.

Yardım aldıklarımın çokluğuna bakınca aslında çalışmanın benim değil onlar tarafından yapıldığı açıkça görülüyor, ben sadece toplanan bilgileri düzenleyip yorumladım.

1 yorum:

  1. Asırlardır birikmiş bilgi, görgü ve erdem milletin münevverlerinde bir araya gelir. Bu sebepten ilme hizmet, halka hizmet, Hakk’a ibadettir.

    Her konuşan dinlenilmez, her söz dinleyene tesir etmez. Sözde güç bulmak için onu söylemek için düşünenleri, çalışanları ve araştıranları dinlemek gerekir.
    Söyleyecekleri bir cümle için günlerce emek veren gündüze gece ekleyip ilimle hemhal olanları, hem okuyanları hem de yazıp-çizenleri, bilim üreten, bilim öğreten ilim ehlinin yazdıklarını okumak bizim için büyük bir mükâfattır.

    İnşallah kitabınızdan en kısa zamanda faydalanabiliriz.

    İnşallah derse yakaran, inşa eder yaradan.

    YanıtlaSil