18 Ocak 2011 Salı

Çırpınırdın Karadeniz

Çırpınırdın Karadeniz

Güftesi şair Ahmed Cevad'a aittir ve aşağıdaki gibidir:

Çırpınırdın Garadeniz
Bakıp Türkün bayrağına
Ah diyerdin, heç ölmezdim
Düşebilsem ayağına!

Ayrı düşmüş dost elinden
İller var ki çarpar sinem
Vefalıdır geldi giden
Yol ver Türkün bayrağına

İnciler dök gel yoluna
Sırmalar düz sağ soluna
Fırtınalar dursun yana
Selam Türkün bayrağına

Hamidiye ve Türk kanı
Hiçbirinin bitmez şanı
Kazbek olsun ilk kurbanı
Selam Türkün bayrağına

Dost elinden esen yeller
Bana şiir selam söyler
Olsun bizim bütün eller
Kurban Türkün bayrağına

Gence, 15 Kânun-i Evvel 1914


Aşağıdaki şekline de sık rastlanır:

Çırpınırdı Karadeniz
Bakıp Türkün bayrağına
Ah ölmeden bir görseydim
Düşebilsem toprağına

Ayrı düştüm dost elinden
Yıllar var ki çarpar sinem
Vefalı Türk geldi yine
Selam Türkün bayrağına

Kafkaslardan aşacağız
Türklüğe şan katacağız
Azerbaycan bayrağını
Karabağ’dan asacağız.

Sırmalar taksam koluna
İnciler dizsem yoluna
Fırtınalar dursun yana
Yolver Türkün bayrağına

Kafkaslardan esen yeller
Şimdi sana selam söyler
Olsun bütün turan eller
Kurban Türkün bayrağına

Şiir Üzeyir Hacıbeyli tarafından bestelenmiştir, besteleniş hikâyesi ise şöyledir;

“…bir kitaba uzandı.
Arap elifbasıyla basılmış bu antolojinin sayfalarından birinin arasına kalem konmuştu.
Okumaya başladı.
Şiir Ahmed Cevat’ın idi.

Çırpınırdın Garadeniz/ bahıp Türk’ün bayrağına/ ah deyerdin, heç ölmezdim/ düşebilsem ayağına.

Üzeyir Bey durdu.
Kıtayı bir daha okudu.
Kâğıda çizdiği resme baktı.
Sonra piyanonun üstündeki resme baktı.
Taşbasması resim ona Türkiye’den gönderilmişti.
Hamidiye’nin resmiydi.
Türklerin gururu gemi, Sivastopol’u bombalayan, Yunan harp gemilerini bordalayan gemi...
Üzeyir Bey yüreğindeki sıkıntıyı, keder benzeri duyguyu, daha bir müdrik hissetti.
Bugün yirmi ikinci gündü.
Türk ordusu Sakarya’da yirmi iki gece, yirmi iki gündür harp ediyordu.
"Allahım sen kötü gün gösterme, ordumuzun başına bir hâl gelmesin. Son kalemizi koru" diye söylendi.
Gözlerine acı nemler hücum etti.
Tüyleri ürperdi, sazak çalmış gibi yüreği burkuldu.
Piyanosunun başına gitti.
Ayakta tuşlara bastı.
Bir segâh nağme üstünde parmaklarını dolaştırdı.
Sonra oturdu.
Bir akor bastı.
Piyano ellerinin, beyninin, vücudunun devamı idi.
İlhamlarının, düşüncelerinin dile geldiği çalgı insandı....
Gözünü Hamidiye’den ayırmadan tuşlarda parmaklarını gezdirmeye başladı.
İçinden haykıra haykıra Ahmet Cevad’ın mısralarını söylüyor, parmaklarıyla nağmesini çalıyordu.
Sol–fa–sol–fa, sool–fa–sol–fa/ çır–pı–nır–dın gaa–ra–de–niz...
Birden oda kapısı tıkladı.
Çalmayı kesti.
İçeri can dostu, büyük sanatkâr Bülbül girdi.
Üzeyir beyin buğulu gözleri, titreyen dudaklarını görünce korktu,
" –üstâd ne oldu?
–heç Bülbül, hele yanaş.
Bülbül uyaklaştı, notaya baktı, melodiyi içinden okudu, güfteyi görünce:
–üstâd böyle şeyler yazılır mı? Adamı sürerler, asarlar deli misin?
–he, deliyem.
–eh eleyse, men de deliyem, çal.”
Üzeyir Bey hayatının hiçbir döneminde böyle çalmamıştı.
Bir ara ikisi de caddede bir hareket olduğunu sezdiler.
Allah Allah...
Evin önü insan kaynıyordu.
Halk haykırıyordu: –Ü–ze–yir bey çok ya–şa.
Bülbül sordu:
–hemyarlar ne oldu?
Kalabalık haykırdı:
–telgraf geldi, ordumuz Sakarya da galebe eyledi, Yunanı yendi.”

(Dildeste. Fırat Kızıltuğ. Ötüken Yay. İstanbul 2001. sayfa 124–125)

1 yorum:

  1. Hocam merhabalar, ben Zühal Aydemir 1990 DTCF mezunu. Hamdi Hocamızın düzenlediği Akdeniz gezisinde Dilek ve Zahide ile azeri türküler söyleyerek kafanızı şişiren öğrenciniz. Şu an Ağrı'da görev yapıyorum. Resminizi bile görmekten büyük mutluluk duydum. Sevgi ve saygılarımla

    YanıtlaSil